Son yıllarda dünya siyasi arenasında yükselen gerilimler, özellikle Çin ve ABD arasında yaşanan ikili ilişkiler üzerinden şekillenmektedir. Bu iki süper güç arasında sınır çatışmalarının mahiyeti ve hangi ordunun daha güçlü olduğu sorusu, uluslararası güvenlik analizlerinde sıklıkla vurgulanmakta ve tartışılmaktadır. Bu bağlamda, Çin'in büyüyen askeri gücü ve ABD'nin mevcut askeri stratejileri üzerine yapılan değerlendirmeler, sadece iki ülke için değil, tüm dünya için önemli çıkarımlar sunmaktadır.
Çin Halk Cumhuriyeti, son iki on yılda askeri kapasitesini büyük ölçüde artırmış durumda. Hava kuvvetlerinden deniz kuvvetlerine, kara ordusundan siber savaş alanına kadar geniş bir yelpazede modernizasyon süreci yürütmektedir. Özellikle, kıtasal ve bölgesel çıkarlarını korumak amacıyla, Büyük Asya'nın güvenlik dengesini yeniden şekillendirmeye çalışmaktadır. Çin'in savunma bütçesi her yıl artarken, son açıklamalara göre, 2023 yılı itibarıyla 250 milyar doları aşan bir rakama ulaştığı tahmin edilmektedir.
Teknolojik gelişmeler ışığında, Çin ordusu (PLA), drone teknolojisi, yapay zeka ve siber savaş alanındaki yeniliklerle dikkat çekmektedir. Bunun yaninda, Güney Çin Denizi'nde, Taipeh üzerinde ve diğer kritik noktalar üzerinde askeri varlık gösterme çabaları, Washington'un stratejik hesaplarıyla çelişen bir durumu ortaya koymaktadır. Özellikle, Çin'in askeri tatbikatları ve olası askeri harekât senaryoları, bölgedeki gerginliği artırmakta; bu da ABD'nin stratejilerini gözden geçirmesine yol açmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri ise, askeri gücünü sürdürmek ve küresel çıkarlarını korumak adına çeşitli stratejiler geliştirmiştir. Güçlü bir donanma, hava kuvvetleri ve nükleer caydırıcı gücü ile bağımsız bir askeri politika yürütmeye devam etmektedir. ABD Savunma Bakanlığı, Tsinesi hakkında bilgi almayı hedefleyen bazı programlar geliştirmekte ve stratejik ortaklıklarını güçlendirmeye özen göstermektedir. Bu bağlamda, özellikle Hindistan-Pasifik bölgesine yönelik askeri iş birlikleri, ABD'nin stratejik çıkarlarını korumaya yönelik önemli bir adım olarak öne çıkmaktadır.
Son birkaç yıl içinde, ABD'nin Asya-Pasifik bölgesine olan ilgisi artmış; Japonya, Güney Kore ve Avustralya ile askeri işbirlikleri geliştirilmiştir. Öte yandan, ABD askeri yükümlülükleri ve bütçeleri, siyasi iklimin yanı sıra sosyal ve ekonomik faktörlerle de şekillenmektedir. Biden yönetimi, Asya-Pasifik bölgesindeki askeri varlığı artırmaya yönelik hamlelerde bulunmuş ve aynı zamanda Çin ile bu bölgede yaşanabilecek anlaşmazlıkları önlemek için diplomatik yolları da değerlendirmektedir.
Sonuç olarak, Çin ve ABD arasındaki sınır çatışmaları, yalnızca askeri güç dengesi açısından değil, aynı zamanda dünya genelindeki güvenlik ve istikrar açısından da büyük önem taşıyor. Bu sürecin nasıl şekilleneceği, iki ülkenin uluslararası politikada nasıl bir yol izleyeceğine bağlı olarak değişecektir. Gelecekte bu iki süper güç arasındaki diyalog ve işbirliğinin artması, uluslararası barış için umut verici bir adım olabilir. Ancak gerilimin her an tırmanabileceği gerçeği, dünya politikasını etkilemeye devam edecektir. Dünyanın her yerinde, uluslararası ilişkilerin dinamikleri her geçen gün hız kazanmaktadır. Bu nedenle, hangi ordunun daha güçlü olduğu sorusu belirsizliğini korumakta ve yakından izlenmesi gereken bir gündem maddesi olmaya devam etmektedir.