Son yıllarda artan kadın cinayetleri, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadına yönelik şiddet konularında ciddi bir farkındalık oluşturuyor. Ancak bu farkındalık ne yazık ki hayatını kaybeden kadınların sayısını geride bırakmıyor. Ukrayna'dan gelen son haber, bu trajik tabloyu bir kez daha gözler önüne serdi. Ukraynalı kadın Hanna, eşi tarafından öldürüldü ve bu olay, ülke genelinde kadın cinayetlerine karşı tepkilerin patlak vermesine neden oldu. Hukuk sistemine olan güvenin sarsılması ve kadına yönelik şiddetin normalleşmesi, bu tür olayların artmasındaki temel nedenler olarak gösteriliyor.
Hanna, 34 yaşında, üç çocuk annesi bir kadındı. Eşinin kendisine karşı uyguladığı şiddet, daha önce aile içinde sıkça gündeme gelmiş. Komşularının ve yakınlarının ifade ettiklerine göre, Hanna sık sık eşinin sarf ettiği tehditlerden, fiziksel şiddet ve psikolojik baskılardan şikayet ediyordu. Ancak hikaye tam olarak burada bitmiyor. Kadına şiddet konusundaki toplumsal tabular ve yetersiz yasalar, bu tür vakaların önüne geçmeyi zorlaştırıyor. Aslında bir çok kadının yaşadığı bu tür durumlar, çoğunlukla göz ardı ediliyor ya da 'aile içi meseleler' olarak değerlendirilerek sessiz kalınıyor.
Hanna'nın eşi, olaydan sonra polise teslim oldu ve cinayetle ilgili olarak gözaltına alındı. Bu durum, yerel halk arasında büyük bir tepkiye yol açtı. Kadın hakları savunucuları ve dernekler, bu olayın ardından değişim çağrısı yaparak, kadın cinayetlerine karşı daha etkili önlemlerin alınması gerektiğini vurguladılar. Hanna'nın ölümü, yalnızca onun hikayesini değil, yüzlerce benzer hikayeyi de gözler önüne serdi. Sosyal medya, bu olayın ardından #HannaNıUnutma etiketiyle hızla gündem oldu ve toplumsal destek örgütleri, kadına yönelik şiddete karşı durma çağırısında bulundu.
Hanna'nın ölümünden sonra birçok kadın hakları savunucusu, hükümetten acil eylem beklediklerini dile getirdi. Türkiye'de de sık sık karşılaşılan bu sorunla ilgili olarak, yasaların daha etkili hale getirilmesi gerektiği ifade edildi. Daha önce de birçok uluslararası örgüt, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Sözleşmesi'ni imzalayan ülkelerin, bu tür cinayetleri önlemek için daha iyi çalışmaları gerektiğini belirtmişti. Hanna'nın ölümü, yalnızca bir kayıp değil; aynı zamanda toplumsal bir çağrıydı. Kadın cinayetlerini önlemek için eğitim, hukuki reformlar ve sosyal hizmet lerinin artırılması gerektiğine dair kuvvetli bir ihtiyaç var. Herkesin bu konuda gönüllü olarak mücadele etmesi, toplumsal bir sorumluluk haline gelmeli. Bu yüzden kadın cinayetlerini önleyici yasaların ve destek hizmetlerinin etkinliği üzerinde acil olarak düşünülmesi gerekiyor.
Birçok kadın, Hanna’nın hikayesinden etkilenerek kendi hayat hikayelerini anlatmaya başladı. Bu, toplumsal bir hareketin tohumlarını atmaya başladı. Kadına yönelik şiddeti sonlandırmak ve bu kanalardaki olayları engellemek için hepimiz sorumluyuz. İlk adımın bilinçlenmek olduğunu unutmamak gerek. Kadına yönelik şiddet, yalnızca kimlik ya da ulus gözetmeksizin tüm dünya için ortak bir problemdir. Kadın cinayetleri artık sona ermeli ve bu tür trajedilerin önlenmesi için hep birlikte sesimizi yükseltmeliyiz.
Hanna’nın kaybı, kadınların hayatta kalma mücadelesinin ve toplumda var olma hakkının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Onun hayatı, kısa bir süreliğine de olsa insanların zihinlerinde tekrar canlanacak ve unutulmaz bir sembol haline gelecektir. Adaletin tecelli etmesi ve bu tür cinayetlerin son bulmasını sağlamak için, hepimizin aynı amaç etrafında birleşmesi gerekiyor.